Vücudumuzun esnek ve aynı zamanda dayanıklı yapı taşı olan kıkırdak, kemik kadar sert olmayan ancak kaslardan daha sağlam, özel bir bağ dokusudur. Temel işlevi, eklemlerde pürüzsüz bir yüzey oluşturarak kemiklerin sürtünmeden hareket etmesini sağlamak, darbeleri emerek bir yastık görevi görmek ve burun, kulak gibi organlara yapısal destek ve şekil vermektir. Bu çok yönlü görevleri üstlenebilmesi için vücutta, her biri farklı mekanik özelliklere sahip hiyalin, elastik ve fibröz olmak üzere üç ana türü bulunur. Bu dokunun eşsiz yapısı, ona hem sağlamlık hem de bükülebilirlik kazandırır.
İçindekiler
Vücudumuzun Bu Esnek Yapı Taşı Olan Kıkırdak Nedir?
Kıkırdağı, vücudun ne kemik kadar sert ne de kas kadar yumuşak olan kendine has bir yapı malzemesi olarak düşünebiliriz. Onu, esnekliğini kaybetmeyen sağlam bir kauçuğa benzetmek yanlış olmaz. Bu eşsiz yapısı sayesinde, birbiriyle çelişkili gibi görünen birçok görevi aynı anda üstlenebilir.
En bilinen fonksiyonu, eklemlerde kemiklerin birbirine bakan yüzeylerini pürüzsüz bir yastık gibi kaplamasıdır. Tıpkı bir makinenin mükemmel bir şekilde yağlanmış dişlileri gibi, kıkırdak sayesinde kemiklerimiz birbirine sürtünmeden, acısız ve akıcı bir şekilde hareket eder. Yürüme, koşma veya zıplama gibi eylemler sırasında ortaya çıkan basıncı ve sarsıntıyı bir arabanın süspansiyon sistemi gibi emerek, alttaki kemik dokusunu darbelerin yıpratıcı etkisinden korur.
Ancak kıkırdağın marifetleri bununla sınırlı değildir. Hem esnekliğin hem de yapısal bütünlüğün gerekli olduğu yerlerde, adeta bir iskele görevi görür. Örneğin burnumuzun şeklini borçlu olduğu şey, altındaki kemik değil büyük ölçüde kıkırdak iskeletidir. Bu iskelet, burna hem darbelere karşı bir miktar esneklik kazandırır hem de ona karakteristik formunu verir. Benzer şekilde kulak kepçemizin o karmaşık ve estetik kıvrımları da tamamen elastik kıkırdak sayesinde mümkündür. Soluk borumuzda ise üst üste dizilmiş kıkırdak halkalar, bu hayati hava yolunun hiçbir zaman kapanmamasını sağlayarak nefes alıp vermemizi garanti altına alır.
Gelişimsel olarak baktığımızda ise rolü daha da büyüktür. Anne karnındayken iskeletimizin büyük bir kısmı, aslında kemiğin bir ön modeli veya “mavi kopyası” olan kıkırdaktan oluşur. Zamanla bu kıkırdak model, yerini yavaş yavaş kemik dokusuna bırakır. Bu muhteşem dönüşümün izleri, yetişkinlikte eklem yüzeylerimizde ve kemiklerimizin uzamasını sağlayan büyüme plaklarında varlığını sürdürür.
Kıkırdağın İçinde Neler Var ve Bu Yapı Onu Nasıl Bu Kadar Özel Kılar?
Kıkırdağın bu etkileyici mekanik özelliklerinin sırrı, yapısında gizlidir. Kıkırdağı, kendi ürettikleri devasa bir jel evin içinde yaşayan çok az sayıdaki “işçi hücreden” oluşan bir yapı olarak hayal edebiliriz.
Bu evin içindeki işçi hücreler, kondrosit adını verdiğimiz özel kıkırdak hücreleridir. Dokunun toplam hacminin sadece küçük bir kısmını oluşturmalarına rağmen, kıkırdağın tüm bakımından ve onarımından sorumludurlar. Onları, sürekli olarak çevrelerindeki yapıyı yenileyen ve onaran, kendi kendine yeten minik fabrikalar gibi düşünebiliriz. Bu hücreler oldukça hassastır; çevrelerindeki en ufak bir mekanik veya kimyasal değişimi algılayabilir ve buna göre üretimlerini ayarlayabilirler. Bu “akıllı” davranışları, kıkırdak dokusunun sağlığını ve bütünlüğünü korumak için hayati önem taşır. Cerrahide kıkırdak nakli yaptığımızda, aslında bu canlı fabrikaları yeni bir yere taşıdığımızı ve başarı için onların sağlığını korumamız gerektiğini asla unutmamalıyız.
Kıkırdak Hasar Gördüğünde Neden Kendi Kendine İyileşemez?
Kıkırdağın en ilginç ve klinik açıdan en önemli özelliklerinden biri onun “yalnızlığıdır”. Vücudun diğer dokularının aksine kıkırdak, üç önemli yapıdan yoksundur: kan damarları, sinir lifleri ve lenf damarları. Bu durumun hem iyi hem de kötü yanları vardır:
Bu yalnızlığın en büyük dezavantajı, kıkırdağın kendini onarma yeteneğinin neredeyse hiç olmamasıdır. Vücudumuzda bir yer kesildiğinde, kan damarları hemen bölgeye onarıcı hücreleri, besinleri ve oksijeni taşıyarak bir iyileşme süreci başlatır. Kıkırdakta ise bu “lojistik destek ağı” yoktur. Besinlerini, çevresindeki dokulardan çok yavaş bir sızma (difüzyon) yoluyla alır. Bu nedenle bir kez hasar gördüğünde, bu hasarı onaracak bir mekanizmaya sahip değildir ve hasar genellikle kalıcı olur. Sinir lifleri barındırmadığı için de kıkırdak hasarının kendisi doğrudan ağrıya neden olmaz. Eklemlerdeki kıkırdak aşınmalarında hissedilen ağrı, genellikle alttaki kemiğin etkilenmesinden veya çevredeki diğer dokuların iltihaplanmasından kaynaklanır.
Ancak madalyonun bir de diğer yüzü var. Kıkırdağın bu yalnızlığı, onu iyileşme konusunda “sorunlu bir doku” yaparken, cerrahi onarımlar için “mükemmel bir misafir” haline getirir. Ameliyat sırasında vücudun bir yerinden alıp başka bir yerine naklettiğimiz (greftlediğimiz) kıkırdak, içinde kan damarı barındırmadığı için vücudun bağışıklık sisteminden büyük ölçüde saklanır. Bağışıklık hücreleri, kan dolaşımıyla hareket ettikleri için bu yeni dokuyu kolayca fark edip ona saldıramazlar. Bu durum kıkırdağı “immünolojik olarak ayrıcalıklı” kılar ve özellikle hastanın kendi vücudundan alınan kıkırdak greftlerinin reddedilme riskini neredeyse sıfıra indirir. Greft, yeni yerleştirildiği bölgede, tıpkı eski yerindeki gibi çevresindeki dokulardan sızan besinlerle yaşamını sürdürmeye devam eder. İşte bu paradoks sayesinde, kıkırdak greftleri kullanarak son derece güvenli, uzun ömürlü ve stabil yapılar oluşturabiliyoruz.
Vücudumuzda Ne Gibi Kıkırdak Çeşitleri Bulunur?
Vücudumuzdaki tüm kıkırdaklar aynı değildir. Tıpkı bir inşaatta farklı işler için farklı malzemelerin kullanılması gibi, kıkırdak da bulunduğu yerin ihtiyacına göre farklı özellikler gösteren üç ana tipe ayrılır. Vücudumuzda bulunan ana kıkırdak çeşitleri şunlardır:
- Hiyalin Kıkırdak
- Elastik Kıkırdak
- Fibröz Kıkırdak
Hiyalin kıkırdak, vücutta en bol bulunan tiptir. Camsı, pürüzsüz ve mavimsi beyaz bir görünüme sahiptir. Hem basınca karşı oldukça dayanıklı hem de belli bir esneklik sunar. Burun estetiği (rinoplasti) ameliyatlarında burnu yeniden yapılandırmak için kullandığımız burun bölmesi (septum) ve kaburga kıkırdakları bu tiptedir. Sert ve genellikle düz yapısı, onu yapısal destek sağlamak için ideal bir malzeme yapar.
Elastik kıkırdak, adından da anlaşılacağı gibi, en belirgin özelliği muazzam esnekliğidir. Matrisinde, ona bükülüp tekrar kolayca eski haline dönebilme yeteneği veren bol miktarda elastin lifi bulunur. Kulak kepçemiz, tamamen bu elastik kıkırdaktan yapılmıştır. Kepçe kulak estetiği (otoplasti) ameliyatlarında şekil verdiğimiz doku odur. Ayrıca burun ucuna daha yumuşak ve kavisli bir form vermek istediğimizde de kulaktan aldığımız bu esnek kıkırdağı kullanırız.
Fibröz kıkırdak, üç tipin en güçlü ve en dayanıklısıdır. Omurlarımızın arasındaki diskler ve dizimizdeki menisküsler gibi, vücudun en ağır yüklerini taşıyan ve en yoğun şoklara maruz kalan bölgelerde bulunur. Muazzam bir çekme ve basma kuvvetine dayanacak şekilde tasarlanmıştır. Yüz ve boyun cerrahisinde greft kaynağı olarak pek kullanılmaz.
Kulak Burun Boğaz Cerrahisinde Önemli Olan Kıkırdaklar Hangileridir?
Bir Kulak Burun Boğaz ve Yüz Estetik Cerrahı için kıkırdak, kelimenin tam anlamıyla temel çalışma malzemesidir. Özellikle üç anatomik bölgedeki kıkırdak yapıları, günlük pratiğimizin merkezinde yer alır: burun, kulak ve gırtlak.
Burun kıkırdakları, burnun hem fonksiyonel hem de estetik karakterini belirler. Burnun orta direği olan septumdan, nefes alma yolunu şekillendiren yan duvarlara ve burnun estetik ifadesini tanımlayan uç kısımlara kadar her yerde kıkırdak vardır. Cerrahide odaklandığımız başlıca burun kıkırdakları:
- Septum Kıkırdağı
- Üst Yan Kıkırdaklar
- Alt Yan Kıkırdaklar
Kulak kepçesi kıkırdağı, dış kulağın o karmaşık ve sanatsal yapısını oluşturan tek parça elastik bir kıkırdaktır. Görevi sadece estetik bir görünüm sunmak değil aynı zamanda bir çanak anten gibi ses dalgalarını toplayıp kulak yoluna yönlendirmektir. Otoplasti (kepçe kulak estetiği) ameliyatları, tamamen bu kıkırdağı yeniden şekillendirme sanatıdır.
Gırtlak kıkırdakları, ses kutumuzun iskeletini oluşturur. Bu iskelet, hem nefes yolumuzu korur hem de ses tellerinin hareketine izin vererek ses üretmemizi sağlar. Ses teli felci gibi durumlarda, bu kıkırdaklara cerrahi müdahaleler yaparak hastaların seslerini yeniden kazanmalarına yardımcı oluruz. Gırtlağın temel kıkırdakları:
- Tiroid Kıkırdak (Adem elması)
- Krikoid Kıkırdak
- Aritenoid Kıkırdaklar
- Epiglotis (Yutkunma kapağı)
Burun Estetiği (Rinoplasti) Ameliyatlarında Kıkırdak Nasıl Bir Rol Oynar?
Rinoplasti, büyük ölçüde bir “kıkırdak marangozluğu” veya “kıkırdak heykeltıraşlığı” olarak tanımlanabilir. Ameliyatın başarısı, kıkırdak iskeletini doğru bir şekilde analiz etme, yeniden şekillendirme ve güçlendirme becerisine dayanır. Pek çok durumda istenen estetik ve fonksiyonel sonuca ulaşmak için vücudun başka bir yerinden alınan kıkırdak parçalarını (greftleri) kullanmamız gerekir. Bu greftler, adeta bir binanın kolonları veya kirişleri gibi görev yaparlar.
Burun estetiğinde kıkırdak greftlerini kullanmamızın temel amaçları vardır:
- Çökük bir burun sırtını yükseltmek veya kemerli bir sırtı düzleştirmek
- Zayıf olan burun ucunu desteklemek, kaldırmak ve yeniden şekillendirmek
- Nefes almayı iyileştirmek amacıyla daralmış hava yollarını genişletmek
- Travma veya önceki ameliyatlara bağlı asimetrileri ve deformiteleri düzeltmek
Greft seçimi konusunda temel olarak iki seçeneğimiz vardır: hastanın kendi dokusu (otogreft) veya bir donörden alınan doku (allogreft). Geleneksel olarak hastanın kendi kıkırdağı her zaman “altın standart” olarak kabul edilmiştir çünkü vücut tarafından reddedilme riski yoktur. Ancak ikinci bir ameliyat bölgesi oluşturmanın getirdiği ağrı ve yara izi gibi dezavantajları vardır. Günümüzde, özel işlemlerden geçirilerek güvenli hale getirilmiş donör kıkırdakları da belirli durumlarda, özellikle hastanın kendi kıkırdak kaynakları tükendiğinde, güvenli ve etkili bir alternatif sunmaktadır.
Burun Ameliyatı İçin Gereken Kıkırdak Greftleri Nerelerden Alınır?
Hastanın kendi kıkırdağını kullanmaya karar verdiğimizde, yapacağımız onarımın ihtiyacına göre en uygun kaynağı seçeriz. Her kaynağın kendine özgü avantajları ve dezavantajları vardır. Rinoplastide kullandığımız ana kıkırdak kaynakları şunlardır:
- Septum (Burun içi bölmesi)
- Aurikula (Kulak kepçesi)
- Kosta (Kaburga)
Septum kıkırdağı, çoğu ilk burun ameliyatı için ilk tercihimizdir. Düz, sert ve güçlü yapısı, onu burun sırtını ve ucunu desteklemek için mükemmel bir malzeme yapar. En büyük avantajı, zaten burun içinde çalıştığımız için ek bir kesi veya yara izi gerektirmemesidir. Ancak miktarı sınırlıdır ve bazen büyük onarımlar için yetersiz kalabilir.
Kulak kepçesi kıkırdağı, septumun yetersiz olduğu veya daha esnek bir malzemeye ihtiyaç duyulduğu durumlarda harika bir seçenektir. Doğal olarak kavisli ve yumuşak yapısı, onu burun ucu gibi narin ve kıvrımlı hatları oluşturmak için ideal kılar. Kulak arkasından yapılan ve genellikle fark edilmeyen küçük bir kesi ile alınır.
Kaburga kıkırdağı, en büyük ve en güçlü kıkırdak kaynağımızdır. Genellikle ciddi travmalar, daha önceki başarısız ameliyatlar sonrası oluşan ileri derecede deformiteler veya burun iskeletinin neredeyse tamamen yeniden inşa edilmesi gereken durumlar için son çare olarak saklanır. Bol miktarda malzeme sunmasına rağmen, alınması daha meşakkatlidir, ameliyat sonrası daha ağrılı olabilir ve göğüste küçük bir yara izi bırakır. Ayrıca kaburga kıkırdağının en büyük teknik zorluğu, zamanla bükülme veya “eğrilme” potansiyelidir. Cerrahın, bu eğilmeyi öngörerek ve özel oyma teknikleri kullanarak bu riski yönetmesi gerekir.
Kepçe Kulak Ameliyatında (Otoplasti) Kulağın Şekli Kıkırdağa Nasıl Verilir?
Otoplasti, belirgin veya “kepçe” olarak tabir edilen kulakların görünümünü düzeltmek için yapılan bir estetik prosedürdür. Ameliyatın temel amacı, alttaki elastik kulak kıkırdağını kalıcı olarak yeniden şekillendirerek kulağa daha doğal, estetik ve başa daha yakın bir pozisyon vermektir. Bu hedefe ulaşmak için kıkırdak üzerinde uyguladığımız farklı teknikler vardır. Temel otoplasti teknikleri:
- Dikiş Teknikleri (Kıkırdağı bükme)
- Kıkırdak Törpüleme veya Zayıflatma Teknikleri
- Konka Küçültme veya Geriye Alma
Dikiş teknikleri, kıkırdağı kesmeden, sadece kalıcı dikişler kullanarak onu istenen şekle bükme ve katlama prensibine dayanır. Genellikle kulak arkasından yapılan bir kesi ile girilerek kıkırdağın arkasına stratejik olarak yerleştirilen bu dikişler, doğal bir kulak kıvrımı (antiheliks) oluşturur. Özellikle çocuklarda ve kıkırdağı daha esnek olan bireylerde tercih edilir.
Kıkırdak törpüleme veya zayıflatma teknikleri ise, kıkırdağın bir yüzeyini kontrollü bir şekilde çizerek veya incelterek, onun zayıflatılan tarafın tersine doğru bükülmesini sağlama prensibine dayanır. Özellikle yetişkinlerdeki daha sert ve inatçı kıkırdakları şekillendirmek için oldukça etkilidir.
Bazen kulak kepçeliğinin sebebi sadece kıvrım eksikliği değil aynı zamanda kulak çukurunun (konka) aşırı büyük olmasıdır. Bu durumda konkadan küçük bir kıkırdak parçası çıkararak veya konkayı dikişlerle arkadaki kemik zarına sabitleyerek kulağın bir bütün olarak başa daha da yaklaşması sağlanır. Çoğu zaman en iyi ve en doğal sonucu elde etmek için bu tekniklerin bir kombinasyonu kullanılır.
Ses Teli Felcinde Kıkırdak Cerrahisi Sese Nasıl Yeniden Hayat Verebilir?
Tek taraflı ses teli felci, ses tellerinden birinin hareket kabiliyetini kaybetmesi durumudur. Bu durumda ses telleri konuşma sırasında birleşemez ve aralarında bir boşluk kalır. Bu boşluktan hava kaçtığı için ses zayıf, nefesli ve fısıltılı çıkar. İşte bu noktada gırtlak iskeletine yapacağımız bir müdahale ile bu sorunu çözebiliriz.
“Tiroplasti” adı verilen bu ameliyatta, hastanın boynundan yapılan küçük bir kesi ile gırtlağın ana kıkırdağı olan tiroid kıkırdağa (Adem elması) ulaşırız. Bu kıkırdak üzerinde küçük bir pencere açarız. Bu pencereden, felçli ses telinin arkasındaki boşluğa, silikon veya Gore-Tex gibi vücutla uyumlu, kişiye özel olarak şekillendirilmiş minik bir implant yerleştiririz. Bu implant, adeta bir yastık gibi, felçli ses telini arkadan iterek orta hatta doğru yaklaştırır. Böylece çalışan sağlıklı ses teli, konuşma sırasında artık karşısında temas edebileceği bir yüzey bulur. Aralık kapandığı için hava kaçağı durur ve sesin gücü ve kalitesi önemli ölçüde artar. Bu ameliyatın en güzel yanlarından biri, genellikle hasta uyanıkken ve konuşarak, sesin tonunu adeta bir enstrümanı akort eder gibi ayarlayarak yapılmasıdır.

Prof. Dr. Murat Songu was born in İzmir in 1976. After graduating from İzmir Atatürk High School, he entered Ege University Faculty of Medicine in 1994. He completed his specialization training in Otorhinolaryngology at Celal Bayar University. On September 5, 2014, he became eligible for the title of “Associate Professor of Otorhinolaryngology” after passing the oral exam held at Ankara Dışkapı Yıldırım Beyazıt Hospital. Having won the Turkish Society of Otorhinolaryngology and Head and Neck Surgery Scholarship, he worked in the Robotic Surgery Unit at UPMC (University of Pittsburgh Medical Center) in Pittsburgh, USA, between February 2016 and May 2016. On April 2, 2021, he was promoted to “Professor of Otorhinolaryngology.”