Tıbbi literatürde Orta Doğu veya Arap burnu olarak sınıflandırılan morfoloji; belirgin burun kemeri, geniş taban yapısı, destekten yoksun düşük burun ucu ve cerrahi süreci doğrudan etkileyen kalın deri karakteristiği ile tanımlanan özel bir anatomik tablodur. Türkiye’den Kuzey Afrika’ya uzanan geniş bir coğrafyada görülen bu burun tipinde başarılı bir rinoplasti, sadece hacimsel küçültmeyi değil kalın ve ağır cildi taşıyacak güçlü bir kıkırdak iskeletin yeniden inşasını gerektirir. Estetik planlama, kişinin etnik kimliğini koruyarak yüzdeki sert ifadeyi yumuşatan, profil dengesini sağlayan ve fonksiyonel nefes almayı iyileştiren bütüncül bir yapısal cerrahi yaklaşımına dayanır.
İçindekiler
Orta Doğu ve Arap burnu özellikleri nelerdir?
Bu burun tipinden bahsettiğimizde, aslında birbirine zıt özelliklerin aynı anda bulunduğu kompleks bir yapıdan söz ediyoruz. Genellikle hastalarımız aynaya baktıklarında sadece “büyük” bir burun görseler de biz cerrahlar altta yatan anatomik tezatları analiz ederiz. Bir taraftan burun sırtında fazlalık varken, diğer taraftan burun ucunda ciddi bir destek eksikliği söz konusudur. Bu yapıyı anlamak, doğru tedavinin ilk adımıdır.
Bu burun tipinin en belirgin karakteristik özellikleri şunlardır:
- Belirgin burun kemeri
- Geniş burun tabanı
- Düşük burun ucu
- Kalın deri yapısı
- Zayıf kıkırdak desteği
- Yayvan burun delikleri
- Yağlı cilt dokusu
- Belirsiz burun ucu hatları
Bu özellikler bir araya geldiğinde, cerrahi planlama sadece bir “küçültme” işlemi olmaktan çıkar. Aslında yaptığımız iş, mevcut malzemeyi kullanarak burnu hem küçültmek hem de onu taşıyacak iskeleti güçlendirmektir. Özellikle burun ucunun güldükçe aşağı sarkması ve dudak ile burun arasındaki açının dar olması, yüz ifadesini olduğundan daha yorgun veya sert gösterebilir. Bu anatomik tabloyu doğru okumadan yapılan her müdahale, ne yazık ki yapay ve yüzle uyumsuz sonuçlar doğuracaktır.
Kalın deri faktörü ameliyatı ve sonucu nasıl etkiler?
Orta Doğu burun estetiğinde cerrahı ve hastayı en çok zorlayan faktör, tartışmasız “kalın deri” yapısıdır. Bunu bir benzetmeyle anlatmak gerekirse; ince bir ipek örtünün altına koyduğunuz küçük bir bilye dışarıdan net bir şekilde belli olurken, kalın bir yorganın altına koyduğunuz aynı bilye dışarıdan neredeyse hiç fark edilmez. Kalın derili hastalarda yaşadığımız temel durum budur.
Biz ameliyatta kıkırdaklara ne kadar zarif, ne kadar ince şekil verirsek verelim, eğer üzerini örten deri çok kalınsa, alttaki bu ince işçiliği maskeleme eğilimindedir. Deri kalınlığı sadece derinin kendisinden kaynaklanmaz; derinin hemen altında bulunan yağ tabakası ve fibromüsküler doku da bu kalınlığa katkıda bulunur. Bu durum burun ucunun “tanımlı” ve kibar görünmesini zorlaştırır.
Kalın derinin ameliyat sürecinde yarattığı dezavantajlar şunlardır:
- Uzun süren ödem
- İnce detayların gizlenmesi
- İyileşme dokusu riski
- Burun ucunda kabalık
- Yavaş deri adaptasyonu
- Yara iyileşmesi sorunları
Bu zorluğu aşmak için “Defatting” adını verdiğimiz özel bir işlem uygularız. Bu derinin kan dolaşımını bozmayacak güvenli bir seviyede, deri altındaki fazla yağ ve bağ dokusunun inceltilmesidir. Ancak bu işlem sonsuz bir özgürlük tanımaz. Deriyi belli bir sınıra kadar inceltebiliriz; daha fazlası cildin beslenmesini bozar. Bu yüzden kalın derili burunlarda stratejimiz sadece deriyi inceltmek değil aynı zamanda deriyi alttan iterek gerginleştirecek güçlü bir iskelet kurmaktır.
Kemerli burun yapısında kıkırdak desteği neden şarttır?
Hastalarımızın en sık sorduğu ve anlamakta güçlük çektiği konu genellikle budur. “Hocam burnum zaten büyük ve kemerli, neden içine ekstra kıkırdak koyuyorsunuz? Daha da büyümez mi?” Bu soru son derece mantıklı görünse de cevabı biyomekanik prensiplerde gizlidir. Orta Doğu burunlarında deri ağırdır. Biz kemeri alıp burnu küçülttüğümüzde, deriyi taşıyan doğal desteği de zayıflatmış oluruz.
Eğer ağır bir çatının (kalın deri) altındaki kolonları (kıkırdak kemer) yıkarsanız ve yerine daha güçlü kolonlar koymazsanız, çatı zamanla çöker. Rinoplastide bu çökme, burun ucunun düşmesi ve burnun zamanla yayılması şeklinde kendini gösterir. Bu yüzden burnu küçültürken, paradoksal bir şekilde iç yapısını eskisinden daha sağlam hale getirmemiz gerekir.
Yapısal destek için kullandığımız temel materyaller şunlardır:
- Septum kıkırdağı
- Kaburga kıkırdağı
- Kulak kıkırdağı
- Kadavra kıkırdağı
Burun ucuna yerleştirdiğimiz “Strut” greftleri, bir çadır direği gibi görev yapar. Çadırın kumaşı (deri) ne kadar ağırsa, direği o kadar sağlam tutmak zorundasınız. Ayrıca burun ucunun o top gibi görüntüsünü (bulbözite) kırmak ve daha sivri, daha köşeli bir görünüm elde etmek için kıkırdaklardan özel şapkalar (Shield greftler) hazırlarız. Bu kıkırdak parçaları, kalın deriyi içeriden dışarıya doğru iterek burnun hatlarını belirginleştirir. Yani burnu büyütmüyoruz, sadece derinin o ağırlığını taşıyabilecek ve şeklini yıllarca koruyabilecek bir mimari inşa ediyoruz.
Profil dengesi için çene ve burun ilişkisi nasıldır?
Estetik bir yüz algısı, parçaların tek tek güzelliğinden ziyade, bu parçaların birbiriyle olan uyumuna bağlıdır. Orta Doğu profiline baktığımızda, sadece burun sorunlarıyla değil sıklıkla çene yapısındaki uyumsuzluklarla da karşılaşırız. “Mikrognati” veya “Retrognati” dediğimiz, alt çenenin geride ve küçük olması durumu bu hasta grubunda oldukça yaygındır.
Alt çenenin geride olması, burnun algısal olarak olduğundan çok daha büyük ve öne çıkık görünmesine neden olur. Bu bir göz yanılgısıdır ancak estetik algıyı derinden etkiler. Böyle bir durumda sadece burnu küçültmek, profili düzeltmeye yetmeyebilir. Hatta bazen, çene gerideyken burnu çok küçültmek, hastada “kuş yüzü” görünümüne yol açabilir ki bu da istenmeyen bir sonuçtur.
Profil analizinde dikkate aldığımız noktalar şunlardır:
- Alın bombesi
- Burun kökü derinliği
- Dudak projeksiyonu
- Çene ucu pozisyonu
- Boyun açısı
- Elmacık kemikleri
Bu bütüncül yaklaşım gereği, hastalarımıza ameliyat öncesi simülasyonlar yaparız. Eğer çene gerideyse, burun estetiği ile aynı seansta çeneye yapılacak bir yağ enjeksiyonu, dolgu veya protez uygulaması (genioplasti), sonucun kalitesini inanılmaz derecede artırır. Burun, alın ve çene, profilde birbirini tamamlayan bir yapbozun parçalarıdır. Bir parça eksik veya hatalı durduğunda, diğer parçayı ne kadar düzeltirseniz düzeltin, genel resimdeki o mükemmel dengeyi yakalamak zorlaşır.
Etnik kimliği koruyan estetik yaklaşım nedir?
Eskiden estetik cerrahide “tek tip burun” anlayışı hakimdi. Herkesin burnu hokka gibi, aşırı kavisli ve ucu kalkık yapılırdı. Ancak günümüzde bu anlayış, yerini “etnik koruma” ve “doğallık” felsefesine bıraktı. Orta Doğu kökenli bir bireyin yüz hatları genellikle güçlüdür; gözler belirgin, dudaklar dolgun ve yüz hatları karakteristiktir. Böyle bir yüze, Kuzey Avrupalı bir insana aitmiş gibi duran, aşırı küçük ve kavisli bir burun yapmak, sadece yapay durmakla kalmaz, kişinin yüzündeki karakteristik ifadeyi de bozar.
Bizim amacımız, kişinin etnik kökenini silmek veya onu başka bir ırka benzetmek değildir. Hedefimiz, kişinin sahip olduğu etnik özelliklerin en güzel, en rafine ve en dengeli versiyonunu ortaya çıkarmaktır. “Arap burnu” özelliklerini taşırken, bu özellikleri modernize etmek, yüzü daha yumuşak ve ferah bir ifadeye kavuşturmak esastır.
Etnik koruma prensibinin hedefleri şunlardır:
- Doğal görünüm
- Yüzle uyum
- Karakterin korunması
- Fonksiyonel iyileşme
- Kültürel barışıklık
Hasta ameliyattan aylar sonra bir sosyal ortama girdiğinde, insanlar “Burnunu kime yaptırdın?” diye sormamalıdır. Bunun yerine “Yüzüne bir güzellik gelmiş, daha dinç görünüyorsun” demelidir. Başarılı bir cerrahi, bağırarak kendini belli eden değil fısıldayarak güzelliği vurgulayan cerrahidir. Kemerin alınması, burun ucunun ideal açıya getirilmesi ama tüm bunların yüzün geri kalanıyla “kardeş” gibi durması gerekir.
İyileşme süreci ve ödem yönetimi nasıl olmalıdır?
Kalın derili Orta Doğu burunlarında belki de cerrahi teknik kadar önemli olan diğer konu, ameliyat sonrası sabır ve takiptir. İnce derili bir hastada burun 6 ayda %80-90 oranında şeklini bulurken, kalın derili hastalarda bu süreç çok daha uzundur. Kalın deri ve altındaki dokular, sünger gibi suyu tutmaya meyillidir. Lenfatik dolaşımın bu ödemi temizlemesi, dokuların yeni iskelete yapışması zaman alır.
Bu hasta grubunda burnun nihai şeklini alması 12 ayı, hatta bazen 18 ayı bulabilir. İlk aylarda burun ucu hastaya şiş, hissiz veya sert gelebilir. Sabahları yüzde oluşan şişlik, gün içinde yerçekimiyle azalabilir. Bu dalgalanmalar sürecin doğal bir parçasıdır. Hastanın bu uzun maratona psikolojik olarak hazırlıklı olması gerekir.
İyileşme sürecini hızlandırmak için önerdiklerimiz şunlardır:
- Tuz kısıtlaması
- Baş yüksekte yatma
- Sıcak ortamlardan kaçınma
- Lenfatik masaj
- Gece bantlaması
- Bol su tüketimi
- Güneşten korunma
Özellikle burun ucunun hemen arkasında, “supratip” dediğimiz bölgede ödemin birikmesi ve buranın kabarık durması riski vardır. Buna “pollybeak” (papağan gagası) deformitesi denir. Kalın derili hastalarda bu risk daha yüksektir. Bunu önlemek için, ameliyat sonrası kontrollerde gerekirse o bölgeye çok düşük dozlarda kortizon iğneleri yaparak ödemi çözer ve iyileşme dokusunu (skar) baskılarız. Bu bir komplikasyon değil sürecin yönetilmesi gereken rutin bir parçasıdır.
Ameliyat sırasında burun kanatlarına müdahale gerekir mi?
Orta Doğu burun yapısında burun tabanı genellikle geniştir. Ancak her geniş görünen burun kanadını kesip daraltmak doğru bir yaklaşım değildir. Burun estetiği üç boyutlu bir işlemdir. Biz burun ucunu yükseltip (projeksiyonu artırıp) öne doğru taşıdığımızda, burun kanatları bir çadırın etekleri gibi gerilerek kendiliğinden daralır.
Eğer burun ucu kaldırılmasına rağmen kanatlar hala yüzün genel oranlarına göre çok geniş duruyorsa, o zaman cerrahi müdahale düşünülür. Burada amaç burun deliklerini nefes almayı engelleyecek kadar küçültmek değil estetik sınırlar içinde daraltmaktır.
Burun kanadı müdahalesinin kriterleri şunlardır:
- Göz pınarı hizası
- Yüz genişliği
- Burun ucu projeksiyonu
- Nefes alma kapasitesi
- Asimetri durumu
Genellikle “Alar Taban Eksizyonu” dediğimiz yöntemle, burun kanatlarının yanakla birleştiği kıvrımdan milimetrik doku çıkarılarak bu işlem yapılır. İzler, doğal kıvrımın içine gizlendiği için iyileşme tamamlandığında genellikle belirsiz hale gelir. Ancak bu işlem geri dönüşü olmayan bir basamak olduğu için, cerrahın çok muhafazakar davranması ve gereğinden fazla doku çıkarmaması hayati önem taşır.
Ameliyat sonrası karşılaşılabilen riskler nelerdir?
Her cerrahi işlemde olduğu gibi, kalın derili Orta Doğu rinoplastisinde de bazı spesifik riskler mevcuttur. Bu risklerin başında, daha önce bahsettiğimiz ödemin kalıcılaşması ve fibrozis (kötü iyileşme dokusu) gelişimi gelir. Kalın deri, boş bulduğu alanları skar dokusuyla doldurmaya meyillidir. Eğer kıkırdak çatı yeterince güçlü kurulmazsa veya hasta iyileşme döneminde önerilere dikkat etmezse, burun ucu şeklini kaybedebilir.
Bir diğer risk ise beklenti yönetimidir. Kalın derili bir burundan, ince derili bir burunda elde edilebilecek “keskin” ve “köşeli” hatları beklemek hayal kırıklığı yaratabilir. Cerrahın görevi, hastaya yapılabileceklerin sınırını dürüstçe anlatmaktır. Cilt kalitesi, cerrahinin tuvalidir; tuval ne kadar izin verirse resim o kadar net olur.
Olası risk faktörleri şunlardır:
- Kalıcı ödem
- Kontur düzensizlikleri
- Asimetri
- Nefes alma sorunları
- Duyu kaybı
- Enfeksiyon
- Kanama

Prof. Dr. Murat Songu – Burun Estetiği (Rinoplasti) Uzmanı
Prof. Dr. Murat Songu, 1976 yılında İzmir’de doğmuş, tıp eğitimini Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde tamamladıktan sonra Celal Bayar Üniversitesi Kulak Burun Boğaz Anabilim Dalı’nda uzmanlık eğitimini tamamlamıştır. 2005–2006 yıllarında Fransa’nın Bordeaux kentinde Prof. Vincent Darrouzet ve Dr. Guy Lacher gibi rinoloji alanının önde gelen cerrahlarıyla çalışarak rinoplasti, fonksiyonel burun cerrahisi ve kafa tabanı cerrahisi üzerine ileri eğitim almıştır.
Burun estetiğinde doğal görünüm, nefes fonksiyonunun korunması ve yüz estetiği dengesini ön planda tutan Prof. Dr. Songu, açık teknik rinoplasti, piezo (ultrasonik) rinoplasti, revizyon rinoplasti, burun ucu estetiği ve fonksiyonel septorinoplasti operasyonlarında ulusal ve uluslararası düzeyde tanınan bir cerrahtır. Yurt içi ve yurt dışında çok sayıda rinoplasti kongresinde eğitici ve konuşmacı olarak yer almış; yüz estetiği ve burun cerrahisinde modern tekniklerin yaygınlaşmasına öncülük etmiştir.
100’den fazla bilimsel yayını, kitap bölümü yazarlıkları ve 1700’ü aşkın uluslararası atfıyla rinoplasti alanında Türkiye’nin en saygın akademisyenlerinden biri olan Prof. Dr. Murat Songu, doğal, yüzle uyumlu ve fonksiyonel sonuçlar hedefleyen cerrahi yaklaşımıyla hem bilimsel hem estetik başarıları bir araya getirmektedir.

