İskandinav burnu; burun kökünden ucuna kadar kesintisiz uzanan yüksek sırt hattı, belirgin projeksiyonu ve genellikle düz dorsal konturu ile karakterize edilen estetik bir burun yapısıdır. Rinoplasti literatüründe ve hasta taleplerinde sıkça karşılaşılan bu form, yüz profilinde silik kalmayan, aksine güçlü ve net bir duruş sergileyen karakteristik bir görünüme sahiptir. Özellikle ışığın burun sırtına vurduğunda kırılmadan düz bir hat şeklinde yansıdığı bu model, burun ucunun aşırı kalkık olmasından ziyade yüz düzleminden öne doğru ideal oranda uzanmasıyla ayırt edilir. Estetik cerrahide bu yapı yüz hatlarına keskinlik ve sofistike bir ifade kazandıran, burnun kemik ve kıkırdak çatısının belirgin olduğu zarif bir ideal olarak değerlendirilir.
İçindekiler
İskandinav burnu tipi yüzüme uygun mu ve profil analizi neden şart?
Birçoğumuz sosyal medyada veya dergilerde gördüğümüz, “işte benim istediğim burun bu” dediğimiz fotoğraflarla hekime başvuruyoruz. Beğendiğiniz o yüksek profilli, düz sırtlı ve havalı İskandinav burnunun o fotoğraftaki kişide harika durmasının sebebi, sadece burnun kendi şekli değildir. O burnun güzelliği, alındaki kavisle, dudak dolgunluğuyla ve en önemlisi çene ucuyla kurduğu muazzam ortaklıktan gelir. Biz buna bütüncül yüz analizi diyoruz.
Rinoplasti ameliyatını sadece burnu ilgilendiren bir işlem olarak görmek, bir yapbozun sadece tek parçasını değiştirmeye çalışmak gibidir. Özellikle yüksek profilli bir burun istendiğinde, “Profiloplasti” dediğimiz kavram devreye girer. Yani yan profilden bakıldığında alnınızın en çıkık noktası, burnunuzun ucu ve çenenizin en uç noktası arasında görünmez ama beynimizin estetik algısını yöneten bir geometri vardır:
Sıklıkla karşılaştığımız bir durumdan bahsedelim. Aynaya baktığınızda burnunuzun yüzünüze göre çok büyük veya çok öne çıkık olduğunu düşünüyor olabilirsiniz. Ancak detaylı bir analiz yaptığımızda, aslında sorunun burnunuzun büyüklüğünden ziyade, çenenizin geride olmasından kaynaklandığını görebiliriz. Klinik gözlemlerimize göre, estetik amaçlı başvuran kadınların neredeyse üçte birinde, erkeklerin ise daha yüksek bir oranında çene yapısı ideal hattın gerisindedir.
Çenenin geride olduğu bir yüzde, biz burnu ne kadar küçültürsek küçültelim veya ne kadar güzel şekillendirirsek şekillendirelim, o burun hala gözünüze büyük gelmeye devam edecektir. Eğer çeneniz gerideyken size yüksek projeksiyonlu, iddialı bir İskandinav burnu yaparsak, yüzdeki denge tamamen bozulur ve kuş benzeri bir profil ortaya çıkar.
Bu yüzden muayene sırasında sadece burnunuza odaklanmayız. Yüzünüzdeki şu bölgeleri dikkatle inceleriz:
- Alın kavisi
- Çene ucu pozisyonu
- Dudak yapısı
- Elmacık kemikleri
- Göz açıklığı
Eğer çenenizde bir gerilik varsa, burun ameliyatıyla eş zamanlı olarak veya öncesinde çeneyi dolgu maddeleriyle ya da cerrahi implantlarla öne almak, burnunuzun estetik başarısını mucizevi şekilde artırır. Böylece o hayal ettiğiniz güçlü burun profili, yüzünüzde emanet gibi durmaz, sanki doğuştan size aitmiş gibi doğal bir bütünlük sağlar.
Burun ucu kalkıklığı ve öne uzaması arasındaki denge nasıl kurulur?
İskandinav burnunun en belirgin özelliği “yüksek profil” olmasıdır demiştik. Ancak yükseklik, kontrolsüz bir uzunluk demek değildir. Burada çok hassas bir mühendislik hesabı devreye girer. İki temel kavramımız var: Projeksiyon ve Rotasyon.
Projeksiyon, burnunuzun yüz düzleminden ne kadar öne doğru çıktığıdır. Rotasyon ise burun ucunun ne kadar yukarıya doğru döndüğü, yani kalkıklığıdır. İskandinav tarzı bir burunda projeksiyon genellikle yüksektir, yani burun basık değildir. Ancak eğer bu öne çıkıklığı yüzünüze oranla fazla yaparsak, yan profilden bakıldığında yüzünüzden çok uzakta duran, halk arasında “Pinokyo” burnu olarak tabir edilen doğal olmayan bir görüntü oluşur.
Diğer taraftan, burun ucunu kaldırmak (rotasyon) burnu daha genç ve dinamik gösterir. Ancak burada da ipin ucu kaçarsa, karşıdan bakıldığında burun deliklerinin doğrudan göründüğü, “domuz burnu” olarak adlandırılan ve hiç kimsenin istemediği bir sonuçla karşılaşırız.
İdeal dengeyi bulmak için cinsiyet faktörünü de mutlaka göz önüne alırız. Kadın yüzünde beklentimiz şöyledir: Burun ucu, burun sırtından milimetrik düzeyde (yaklaşık 1-2 mm) daha yüksekte olmalı ve burun sırtında “supratip break” dediğimiz çok hafif, neredeyse hissedilmez zarif bir kavis bulunmalıdır. Bu o sert İskandinav hattına feminen bir yumuşaklık katar. Erkeklerde ise durum tamamen farklıdır; burun sırtı dümdüz gelmeli, burun ucu ile sırt aynı hizada olmalı ve o feminen kavis kesinlikle bulunmamalıdır. Erkek yüzünde aradığımız şey maskülen, net ve keskin çizgilerdir.
Bu dengeyi kurarken şu faktörleri hesaplarız:
- Burun-dudak açısı
- Burun sırtı uzunluğu
- Alın-burun geçiş açısı
- Yüz uzunluğu
- Gözler arası mesafe
Cilt yapım kalın veya ince ise İskandinav burnu sonucu nasıl etkilenir?
Belki de hastalarımızın en az önem verdiği ama bizim cerrahi planlamamızı en çok değiştiren faktör cildinizdir. Cildi, oluşturduğumuz kemik ve kıkırdak mimarisinin üzerine serilen bir örtü, bir kumaş gibi düşünebilirsiniz. Alttaki yapı ne kadar mükemmel olursa olsun, onu gösteren veya gizleyen şey bu kumaşın kalitesidir.
- Kalın Ciltli Hastalar:
Kalın cilt, genellikle yağlı, gözenekleri geniş ve dokusu sert bir yapıdadır. Kalın cildin avantajı, alttaki küçük kusurları ve milimetrik hataları harika bir şekilde gizlemesidir. Ancak İskandinav burnu gibi keskin hatların, belirgin köşe ve geçişlerin istendiği durumlarda kalın cilt bizim için zorlayıcı olabilir. Çünkü kalın deri, tıpkı kalın bir yorgan gibidir; alttaki o zarif kavisleri, ince detayları örter ve burnu daha yuvarlak, daha yumuşak hatlı göstermeye meyillidir.
Kalın ciltli bir hastada o keskin ve yüksek profilli görüntüyü yakalamak için, cildi alttan itecek çok güçlü bir kıkırdak iskeleti kurmamız gerekir. Adeta bir çadır kurar gibi düşünün; çadırın brandası (cilt) ne kadar kalın ve ağırsa, onu gergin ve dik tutacak olan direklerin (kıkırdakların) o kadar sağlam ve dirençli olması gerekir. Aksi takdirde, kalın cildin ağırlığı zamanla kıkırdakları ezer ve burun şeklini kaybeder. Ayrıca kalın ciltli hastalarda ameliyat sonrası şişliklerin inmesi ve burnun o ince formunu alması, ince derili hastalara göre çok daha uzun sürer.
- İnce Ciltli Hastalar:
İnce cilt ise tam tersine, alttaki her şeyi olduğu gibi yansıtan bir saten kumaş gibidir. Bu cilt tipinde, İskandinav burnunun o keskin ve zarif hatlarını ortaya çıkarmak çok daha kolaydır. Yaptığımız en ufak bir şekillendirme bile dışarıdan hemen fark edilir. Ancak ince cildin de kendine has zorlukları vardır. Alttaki kemik veya kıkırdakta kalan toplu iğne başı kadar bir pürüz, küçücük bir düzensizlik bile dışarıdan görülebilir.
Bu yüzden ince ciltli hastalarda çalışırken, kemik ve kıkırdak iskeleti oluşturduktan sonra “kamuflaj” teknikleri uygularız. Yani cildin hemen altına, kemiklerin üzerine yumuşak doku tabakaları yerleştiririz.
Cilt kalitesini etkileyen faktörler şunlardır:
- Genetik miras
- Yağlılık oranı
- Gözenek genişliği
- Güneş hasarı
- Sigara kullanımı
İnce ciltli hastalarda pürüzleri gizlemek için kullandığımız dokular şunlardır:
- Temporalis fasya (şakak kası zarı)
- Perikondrium (kıkırdak zarı)
- Yağ dokusu
- Ezilmiş kıkırdak parçaları
Ultrasonik Piezo teknolojisi bu burun tipi için neden tercih ediliyor?
Eskiden burun estetiği dendiğinde akla gelen ilk görüntüler; kırıcı aletler, çekiçler, ciddi morluklar ve şişliklerdi. Ancak teknoloji, tıbbın her alanında olduğu gibi burada da devrim yarattı. İskandinav burnu gibi sırt hattının dümdüz, pürüzsüz ve kalemle çizilmiş gibi net olması gereken durumlarda, kemik şekillendirme hassasiyeti her şeydir. İşte burada devreye Piezo (Ultrasonik Rinoplasti) teknolojisi giriyor.
Piezo, kemikleri kırmak veya kesmek için mekanik güç yerine ultrasonik ses dalgalarını kullanan bir sistemdir. Bu teknolojinin en büyüleyici yanı “seçici” olmasıdır. Yani cihazın ucu sadece sert dokuya, yani kemiğe duyarlıdır. Kemikleri milimetrik bir hassasiyetle, adeta bir heykeltıraşın mermeri işlemesi gibi şekillendirirken, hemen yanından geçen damarlara, sinirlere veya yumuşak dokulara hiçbir zarar vermez. Cihaz yumuşak dokuya değdiği anda çalışmayı durdurur.
Geleneksel yöntemlerde, kemiği şekillendirmek için kullanılan aletler kontrolsüz kırık hatları oluşturabilir ve bu da iyileşme sürecinde kemik yüzeyinde düzensizliklere, ele gelen pürüzlere neden olabilirdi. Ancak Piezo ile kemiği mikron düzeyinde tıraşlayabildiğimiz ve cilalayabildiğimiz için, ameliyat sonrasında o arzuladığınız jilet gibi düz burun sırtını elde etmemiz çok daha güvenilir hale gelir.
Ayrıca yumuşak doku hasarı olmadığı için, ameliyat sonrası travma minimum düzeydedir. Bu da sizin için şu anlama gelir:
- Daha az morluk
- Daha az şişlik
- Daha az ağrı
- Daha hızlı iyileşme
- Daha konforlu bir süreç
Burnun zamanla düşmemesi için kaburga kıkırdağı desteği gerekli mi?
Estetik ameliyat olmayı düşünen hastaların en büyük korkularından biri, ameliyattan hemen sonra harika görünen burnun, aylar veya yıllar içinde yerçekimine yenilerek ucunun düşmesi veya şeklinin bozulmasıdır. Özellikle yüksek profilli, öne doğru uzanımı fazla olan bir burun yapıyorsak, bu yapı yerçekimine ve cildin baskısına karşı daha fazla direnç göstermek zorundadır.
Binayı ne kadar yüksek yaparsanız, temelini ve kolonlarını o kadar sağlam tutmak zorundasınız. Burun estetiğinde de mantık birebir aynıdır. Burnun ucunu havada tutan, ona o dik duruşu veren şey içerideki kıkırdak desteklerdir. Genellikle ilk kez ameliyat olan hastalarda, burun içindeki kendi kıkırdak duvarı (septum) bu desteği sağlamak için yeterli olur. Ancak bazı durumlarda bu kıkırdak yetersiz kalabilir.
Bu özel durumlar şunlardır:
- Daha önce geçirilmiş başarısız burun ameliyatları
- Ciddi burun travmaları veya kırıkları
- Doğuştan kıkırdak yapısının çok zayıf olması
- Burnun çok küçük olup büyütülmesinin hedeflenmesi
Eğer burnunuzun içindeki kıkırdak rezervi, o güçlü İskandinav profilini ayakta tutmaya yetmeyecekse, vücudunuzun başka bir yerinden “yedek malzeme” temin etmemiz gerekir. Bu noktada en güvenilir, en sağlam ve en bol kaynağımız kendi kaburganızdan aldığımız kıkırdaktır.
Birçok hasta “kaburga” lafını duyduğunda endişelenir. Ancak bu işlem estetik ve rekonstrüktif cerrahinin en güvenli prosedürlerinden biridir. Göğüs altından yapılan çok küçük, sutyen hizasında kalan gizli bir kesiyle, ihtiyacımız olan kıkırdak parçasını alırız. Bu işlem göğüs kafesi bütünlüğünü bozmaz, akciğerlere zarar vermez ve dışarıdan belli olmaz.
Kendi dokunuz olduğu için vücudun bunu reddetme riski sıfırdır. Sentetik malzemeler veya kadavra kıkırdaklarına göre çok daha güvenlidir. Kaburga kıkırdağı bize o kadar güçlü ve bol bir malzeme sağlar ki burnu adeta sıfırdan, en ince detayına kadar sağlam bir şekilde inşa edebiliriz. Bu sayede burnunuz 1 yıl sonra da 20 yıl sonra da ilk günkü formunu ve duruşunu korur.
Estetik değişim sırasında nefes alma fonksiyonu nasıl korunur?
Harika görünen ama sahibine nefes aldırmayan bir burun, bizim cerrahi felsefemize göre başarısız bir projedir. İskandinav tipi burunlarda burun sırtı genellikle inceltilir ve daraltılır. Bu daraltma işlemi, eğer içerideki hava yolları hesaba katılmazsa, nefes alma problemlerine yol açabilir.
Bir burun estetiği ameliyatı sadece dış görünüşü değil burnun içindeki yaşamı da iyileştirmelidir. Hastalarımızın çok büyük bir kısmında, estetik şikayetlerin yanı sıra septum deviasyonu dediğimiz kemik/kıkırdak eğriliği veya konka dediğimiz burun eti büyümeleri mevcuttur.
Biz ameliyatı planlarken “fonksiyonel estetik” yaklaşımını benimseriz. Yani aynı narkoz altında, aynı ameliyat süresinde hem burnunuzun dışını güzelleştiririz hem de içindeki nefes almanızı engelleyen blokajları açarız. Hatta çoğu zaman, nefes yolunuzu tıkayan o eğri kıkırdakları çıkarıp düzeltir ve burnunuzun ucunu şekillendirmek için yapısal greft (yama) olarak kullanırız. Yani sorunun kendisi, çözümün bir parçası haline gelir.
Burun içinde yapılan işlemler şunlardır:
- Septoplasti (eğrilik düzeltme)
- Konka radyofrekans (burun eti küçültme)
- Burun valvi (hava açısı) onarımı
- Sinüs ağızlarının açılması
Piezo cerrahisi ve modern teknikler sayesinde, burun çatısını kapatırken içerideki hava tünellerini koruyacak özel manevralar yaparız. Böylece ameliyat sonrasında, belki de hayatınızda ilk defa bu kadar kaliteli ve derin nefes aldığınızı hissedersiniz.
İyileşme süreci nasıl ilerler ve sabır neden önemlidir?
Rinoplasti, sonucu ameliyathaneden çıkar çıkmaz görebileceğiniz bir işlem değildir; bu bir süreçtir, bir yolculuktur. Ameliyat bittiğinde biz cerrahlar olarak yaptığımız iskeleti ve şekli biliriz, ancak sizin aynada göreceğiniz şey bir süre boyunca “ödemli” bir burun olacaktır.
İyileşme süreci kişiden kişiye değişmekle birlikte genel bir takvimden bahsedebiliriz. İlk günler yüzünüzde, özellikle göz çevresinde şişlikler olabilir, ancak Piezo teknolojisi sayesinde artık “yüzüm tanınmayacak hale geldi” durumlarını pek yaşamıyoruz. İlk haftanın sonunda genellikle burnun üzerindeki atel ve bantlar çıkarılır. İşte o an, yeni burnunuzla ilk karşılaşmanızdır. Ancak unutmayın bu gördüğünüz burun hala şiştir.
Burnun kaba şişliğinin inmesi ve “ben buradayım” demesi genellikle ilk 1 ayın sonunda gerçekleşir. Şeklin yaklaşık %70’i bu dönemde ortaya çıkar. Ancak asıl sihir, bundan sonraki aylarda gerçekleşir. Burnun sırtındaki derinin incelmesi, burun ucunun o zarif detaylarının ortaya çıkması, kaş ile burun arasındaki geçişin yumuşaması zaman alır.
Tam iyileşme ve “nihai sonuç” dediğimiz nokta için 6 ay ile 1 yıl arasında bir süreye ihtiyaç vardır. Özellikle kalın derili hastalarda bu süreç 1.5 – 2 yıla kadar uzayabilir. Bu süre zarfında burnunuz bazı günler daha şiş, bazı günler daha inik görünebilir; bu tamamen normaldir. Sabır, bu ameliyatın en önemli ilacıdır.
İyileşme döneminde dikkat etmeniz gerekenler şunlardır:
- Gözlük kullanımı
- Ağır spor aktiviteleri
- Doğrudan güneş ışığı
- Darbe riski olan ortamlar
- Aşırı sıcak banyo veya sauna

Prof. Dr. Murat Songu – Burun Estetiği (Rinoplasti) Uzmanı
Prof. Dr. Murat Songu, 1976 yılında İzmir’de doğmuş, tıp eğitimini Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde tamamladıktan sonra Celal Bayar Üniversitesi Kulak Burun Boğaz Anabilim Dalı’nda uzmanlık eğitimini tamamlamıştır. 2005–2006 yıllarında Fransa’nın Bordeaux kentinde Prof. Vincent Darrouzet ve Dr. Guy Lacher gibi rinoloji alanının önde gelen cerrahlarıyla çalışarak rinoplasti, fonksiyonel burun cerrahisi ve kafa tabanı cerrahisi üzerine ileri eğitim almıştır.
Burun estetiğinde doğal görünüm, nefes fonksiyonunun korunması ve yüz estetiği dengesini ön planda tutan Prof. Dr. Songu, açık teknik rinoplasti, piezo (ultrasonik) rinoplasti, revizyon rinoplasti, burun ucu estetiği ve fonksiyonel septorinoplasti operasyonlarında ulusal ve uluslararası düzeyde tanınan bir cerrahtır. Yurt içi ve yurt dışında çok sayıda rinoplasti kongresinde eğitici ve konuşmacı olarak yer almış; yüz estetiği ve burun cerrahisinde modern tekniklerin yaygınlaşmasına öncülük etmiştir.
100’den fazla bilimsel yayını, kitap bölümü yazarlıkları ve 1700’ü aşkın uluslararası atfıyla rinoplasti alanında Türkiye’nin en saygın akademisyenlerinden biri olan Prof. Dr. Murat Songu, doğal, yüzle uyumlu ve fonksiyonel sonuçlar hedefleyen cerrahi yaklaşımıyla hem bilimsel hem estetik başarıları bir araya getirmektedir.

